Hayatınızda
hiç Roma’ya gitmediyseniz, çok şeyler kaçırdığınızı üzülerek söylemek isterim.
Roma; bozulmamış tarihi dokusuyla, meydanlarıyla,
yapılarıyla, yollarıyla, müzeleriyle, kiliseleriyle,çeşmeleriyle, kısacası her
şeyiyle keşfetmeye değer bir şehir…
Bu yazımızda Roma’ya nasıl
gidilir, nerede kalınır, nereler gezilir, nerelerde ne yenir sorularının
cevaplarını detaylı şekilde açıklayacağım…
Roma’ya gitmeden kısa bilgi…
İstanbul’dan Roma’ya THY ve Air Italia firmalarıyla
uçabileceğiniz gibi, Blu-Express ve Pegasus gibi ekonomik havayolu firmalarını
da kullanabilirsiniz. Bu firmaların uçakları Sabiha Gökçen
Havaalanı’ndan kalkıyor. Biz biletlerimizi Blue Express firmasından çok cazip fiyatlara aldık. Eğer Blue-Express ile uçacaksanız,uçağa alımlarda
sonlara kalmamaya özen gösterin çünkü bu firmalarda koltuk numaraları
olmadığından, eşinizden ve arkadaşlarınızdan ayrı, kalan son yerlerde oturmak
zorunda kalırsınız. Tüm havayolu frimaları, Roma’nın en büyük havaalanı olan ve şehre 26 km uzaklıkta bulunan Fiumicino- Leonardo Da Vinci Havaalanına iniyor.. http://www.adr.it/web/aeroporti-di-roma-en-/pax-fco-fiumicino
Roma’ya iner inmez ilk işiniz bizdeki
Müze Kart uygulamasının gelişmiş benzeri olan ROMA PASS kartınızı havaalanında
da bulunan Tourism Information ofislerinden almak olmalı. Roma PASS kartın
bedeli 30 €. Bu
kartı, 3 gün boyunca tüm toplu taşıma araçlarında ücretsiz kullanabilir, ilk
iki müze ya da tarihi esere bedava, sonrakilere ise %50 indirimli girebilirsiniz.Paketin
içinde;
- Roma haritası,
- Roma Rehberi,
- Roma Haberleri Rehberi vardır.
|
Roma Pass |
Kolezyum ve herhangi bir müzeye girmenin
bedeli zaten 30 €'ları
bulacağından sizler için kârlı bir seçim olacaktır. Ayrıca Roma PASS
kartınızla, Kolezyum’a direk girebilir,saatlerce sıra beklemek zorunda
kalmazsınız. Kartımızı aldıktan sonra havaalanından
şehir merkezine ulaşmak için otobüs duraklarına doğru yola koyuluyoruz. Şehir
merkezine giden bizdeki HAVAŞ benzeri 2-3 tane otobüs firması var. Bunlardan
biri olan Terravision, her 30 dakikada bir Havaalanından Termini tren
istasyonuna karşılıklı seferler düzenliyor. Biz de, tek yön olarak 5 € ödeyerek
otobüsle Termini İstasyonu’na doğru yola koyuluyoruz.(Havaalanından şehir merkezine gidebilmek
için taksi de bir alternatiftir.Fiyatı 40 Euro)
Kalacak yer için www.booking.com sitesinden güvenilir şekilde rezervasyonunuzu yapabilir,
günler öncesinden çok uygun fiyatlara kalacak yerinizi ayırtabilirsiniz. Otel
seçimlerinde Termini İstasyonu bölgesi hem uygun hem de şehrin tüm noktalarına
ve havaalanına buradan kolaylıkla ulaşabilirsiniz. Hatta Avrupa’nın diğer
ülkeleri ve İtalya’nın diğer şehirlerine buradan hızlı trenlerle
ulaşabilirsiniz. Biz Termini İstasyonuna 300 metre uzaklıkta olan uygun
fiyatlı, Hotel Fenicia da kalmayı tercih ettik. Roma’da tek bir binada genelde birden fazla otel yer alıyor. O yüzden büyük, konforlu ve lüks otel anlayışından sıyrılmanız gerekecek. Temiz ve güvenilir otel arayışınız için booking.com' da ki yorumları okuyabilirsiniz.
|
Roma Termini Tren İstasyonu |
Sonunda Roma’yı keşfe hazırız…
Termini’den yola çıkıp bindiğimiz
otobüsle Roma'nın meşhur meydanlarından Piazza Venezia’ya
gidiyoruz. Burada ki ilk durağımız Vittioria Emanuele Monument II anıtı. İtalyan
birliğini simgelemek için yaptırılan anıt, Vittorio Emanuele’e adanmış. Bu ihtişamlı yapı, zamanında şehrin tarihi ve mimari
dokusunu bozduğu iddiasıyla ciddi eleştiriler almış, hatta Amerikalılar yapıyı düğün
pastasına benzeterek alay etmişler.Emmanuel
II anıtının içersine girdiğinizde, 7 € karşılığında asansörle yapının terasına çıkabilir, Roma’yı
tepeden 360 derece seyredebilirsiniz. Meydanın
yanında bir dönem Venedik Cumhuriyeti’nin elçiliği olan Palazzo Venezia yer alıyor. Bu sarayın balkonunun
Mussolini’nin İtalyan halkına seslenerek İngiltere ve Fransa’ya savaş ilan
ettiği yer olması gibi kötü bir ünü var.
|
Vittorio Emmanuel II Monument |
|
Palazzo Venezia |
Buradan Caesar’ın suikasta uğradığı ve Kapital kelimesinin
çıkış yeri olan Capitolino Tepesi’ne
ulaşıyoruz. Adı dünyanın başı anlamına gelen “caputmundi” den geliyor. Ne
yazık ki Vittorio Emmanuel anıtı, bir zamanlar antik Roma’nın ruhani ve siyasi
merkezi olan Capitolino Tepesi’nin manzarasını engelliyor. Piazza Campidoglio’ndaki Musei Capitolini antik Roma kazılarından çıkartılan
kapsamlı bir koleksiyona sahip. Koleksiyonun en dikkat çekici parçası: Roma’nın
efsanevi kurucuları Romulus ile Remus’u betimleyen Capitolino dişi kurt simgesi.
|
Fontana Di Trevi |
Kendimizi Roma’nın tarih
kokan sokaklarına bıraktığımızda karşımıza Roma’nın
filmlere konu olan ünlü çeşmesi Fontana Di Trevi nam-ı diğer Aşk
Çeşmesi çıkıyor. Aslında çeşmenin aşkla hiçbir ilgisi yok: Deniz kabuğunu çeken
2 tane kanatlı at ve bu deniz kabuğunun içinde Neptün yer alıyor. Fellini’nin La
DolcaVita filminin bir sahnesi bu çeşme de geçtiğinden, o günden sonra 18.yy
dönemine ait çeşmenin adı Aşk Çeşmesi
olarak anılır olmuş. Bu çeşmeyle ilgili bir ilginç ayrıntı ise, Roma’ya gelen
turistler, çeşmeye sırtını dönüp sağ elleriyle sol omuzunun üzerinden para
atarsa, bir gün Roma’ya tekrar geleceklerine inanıyorlar. Bol turist çeken Fontana Di Trevi'de toplanan para, Roma Belediyesi tarafından ihtiyaç
sahiplerine yardım olarak dağıtılıyor.Tabi bizler Kapalıçarşı çocukları
olarak bu ritüeli pas geçip, rotamızı İspanyol merdivenlerinde alıyoruz.
Koşuşturmacadan yorulan turistlerin uğrak mekanı olan merdivenler, adete
dinlenme ve muhabbet mekanı olmuş. Merdivenlerin hemen yukarısında ikiz
çanlarıyla Trinitadei Monti kilisesi dikkat çekiyor.
|
İspanyol Merdivenleri |
İspanyol merdivenlerinde soluklanırken tam karşımızdaki cadde
ilgimizi çekiyor. Burası Armani, Bvlgari, Ermenegildo Zegna Fendi,
Gucci gibi dünyaca ünlü İtalyan markalarının mağazalarının bulunduğu ve
birbirinden keyifli kafelerin yer aldığı Via Dei Condotti. Alışveriş tutkunlarının uğrak mekanı olan cadde de, dünya modasının son trendlerini bulabilirsiniz.
Yönümüzü Piazza della Rotonda’ya çeviriyor, meydana
geldiğimizde asırlar öncesinin heybetiyle dimdik ayakta duran Pantheon’da
alıyoruz. Pantheon’un girişinde “M.
Agrippa L.F. Costertium Fecit” yazıyor. Bu yazı “Lucius’un oğlu, Marcus Agrippa
tarafından, 3. konsülünde yapılmıştır” anlamına geliyor. Fakat Pantheon yazıda
belirtildiği gibi Marcus tarafından yapılmamış. O dönem Roma’da yaşanan sık
yangınlardan dolayı dönemin Pantheon’u yıkılmış yerine ise bugünkü yapı, İmparator Hadrian tarafından 136 yılında yapılmış. Pantheon bir tapınak
olarak inşa edilmiş ve tüm tanrılara adanmış. Daha sonraları kilise olarak
varlığına devam etmiş, herhalde ayakta durmasının başlıca sebebi de bu
olmuş. Kubbesinde, içeriyi aydınlatmak için büyük bir delik
bulunuyor. Bu da tanrının gözü olarak nitelendiriliyor. Piazza della Rotonda’da
bulunan çeşmenin önünde oturarak soluklanabilir, karşınızda Pantheon’ın mistik
duruşuyla transa geçebilirsiniz.
|
Pantheon |
Gerek sokak sanatçılarının
yaptığı resimlerle, gerek cafelerden yükselen müziklerle insanda
hoş duygular uyandıran, adeta bir açıkhava müzesi konumunda olan, Roma’nın en
ünlü meydanlarından Piazza Navona’ya doğru ilerliyoruz.
|
Piazza Navona |
Daracık sokakların bağladığı tarihi meydanda; saatlerce oturup, yürüyen insanları,sokak sanatçılarını
keyifle izleyebilirsiniz. Geçmişte
Protestanlık kentte yayılınca, dönemin papası buna tepki olarak, Katolikliği
yücelten eserler yapması için dönemin iki ünlü mimarı Bernini ve Borromini’yi görevlendirmiş. Piazza Navona’da
bu ihtişamdan nasiplenmiş ve Fontana Quattro Fiumi ve Sant' Agnese in Agone ikilinin yaptığı en güzel eserlerden olmuş. İsmini: Nile, Ganges,
Danube ve Rio della Plata adlı 4 nehiri simgelemesiyle alan Fontana Quattro Fiumi, Bernini ve Borromini’nin ortaklaşa inşa
ettiği Sant'Agnese in Agone’nun önünde arz-ı endam ediyor.
Roma’nın tarih kokan
caddelerinde, dar sokaklarında, şişmiş ayaklarımıza aldırmadan keşfimiz Campo dei
Fiori Meydanı'yla devam ediyor.1400lü yıllarda meydanın çiçek tarlası olduğu
söyleniyor.Campo dei Fiori, Roma’da üzerinde kilise olmayan tek meydan.
Çiçeklerle kaplı bu güzel meydanda, ironiye bakın ki 17 yy.da filozof Bruno
kazığa bağlanarak vahşice yakılıyor. Filozof Bruno’nun heykelini de
görebileceğiniz meydanda, hafta içi kurulan pazarda yöresel ürünler satın
alabilir, hoşça vakit geçirebilirsiniz.
|
Campo dei Fiori |
Campo dei Fiori’den Trastevere’ye doğru yola koyuluyoruz. Tevere (Tiber) nehrinin
karşı tarafı manasına gelen Trastevere, şehri ikiye ayıran Tiber Nehri’nin
diğer yakasında yer alıyor.
|
Trastevere |
Burası Getto adıyla anılan Yahudi bölgesi olarak
nitelendirilir ve turist yoğunluğundan bunalmış Romalılar’ın sığınağı
konumunda. Gündüzleri Trastevere’nin rengârenk yapılarının
arasındaki Arnavut kaldırımlı dar sokaklarında gezerek geçirebilir, akşamları
ise sokak aralarındaki “trottoria”larında yemek yiyip, şık kafelerinde
oturabilirsiniz. Tiber nehri boyunca yürüdüğünüzde, nehrin ortasında bir adacık
dikkatimizi çekiyor. Antik Roma’da, Roma’nın şifa tanrısı Aesculapius’un
toprakları olan adacıkda, yaklaşık 500 yıl önce inşa edilen bir hastane
bulunuyor. Trastevere’yi dolaştıkça karşımıza Roma’nın en eski kilisesi Santa Maria in Trastevere çıkıyor. Kilisenin meydanı akşamları epey
keyifli oluyor. Heybetli duruşuyla, Bernini’nin hayran bırakan
mimarisiyle Basilica di Santa Maria
Maggiore bölgenin gezilesi
yerlerinin başında geliyor.
|
Colosseum |
Rotamızı, Trastevere’den dünyanın 7 harikasından biri olan Colosseum’a
doğru çeviriyoruz. Colosseum yolu üzerinde, 5 Euro karşılığında tepeden tırnağa
Roma askeri kılığına girebileceğiniz ve fotoğraf çektirebileceğiniz Romalıları
göreceksiniz. Colosseum önünde, hoş bir hatıra istiyorsanız denemenizi tavsiye
ederim. Usta bir komutan olan Vespasianus tarafından M.S. 72 yılında
yapımına başlanmış ve M.S.80 yılında Titus döneminde tamamlanmış.
İmparatorlar burada daha çok kendilerini dolaylı olarak da Roma halkını
eğlendirmek için gladyatör dövüşleri düzenlermiş. Bunlardan başka gösteriler, deniz savaşları, hayvan avcılığı, infazlar, meşhur savaşların
canlandırılması, klasik mitolojiye dayanan dramalar olurmuş. 20 asırdır her tür
yağmaya, talana rağmen kısmen dimdik ayakta duran arena için, “Colosseum ayakta
kaldıkça Roma’da yaşayacak, Colosseum yıkıldığında Roma da yıkılacak, Roma
yıkıldığında dünyanın da yıkılacağı” söylenegelmiştir.
Eğer Roma’ya gidiyorsanız, dünyanın en az nüfuslu ve yüzölçümlü, aksine en
fazla nüfuzlu ülkesi Vatikan’a da uğramalısınız. Tiber
nehrinin diğer yakasında bulunan Vatikan, 44000 metrekarelik yüzölçümü, 750
kişilik nüfusuyla, devlet başkanı Papasıyla, 100 kişilik ordusuyla devletin
içinde ayrı bir devlet. Ana meydanı olan St. Pietro Meydanı‘nı
İtalyan polisler, geri kalan yerlerin tamamını İsviçreli Muhafızlardan oluşan ordusu
koruyor.
Vatikan’nın merkezine doğru
ilerlerken karşımıza Vatikan Müzesi
çıkıyor. Müzeye sanatsal hazineler merkezi desek herhalde yanılmış olmayız. 7 km uzunluğundaki
oda ve galerilerden oluşan müzenin giriş ücreti 15 Euro. RomaPass Vatikan’da geçmiyor ama bu ücretin karşılığını haz olarak tamamen alıyorsunuz.
|
Vatikan Müzesi |
Müzeyi tamamen gezmek için bir gün ayırmanız gerekli. Ancak en çok görülmesi
gereken yerleri gezerseniz zamanınızı daha etkin kullanmış olursunuz. Biz de
hızlı bir şekilde Sistine Şapeline doğru ilerliyoruz. Burası müzenin en özel
bölümü, içeriye girer girmez bambaşka bir dünya içinde olduğunuzu
anlıyorsunuz. Michelangelo’nun sanatını konuşturduğu Sistine Şapeli’nin
tavanına bakarken adeta hipnoz etkisine maruz kalıyorsunuz. Onlarca resmin
arasında herkesin gözü tek bir noktaya odaklanıyor: Adem’in yaratılışı
tablosu.
|
Sistine Şapeli Tavanı |
İçeride fotoğraf çekmek yasak fakat çaktırmadan çekmek serbest. Şapelle ilgili ilginç bir hikaye de: Michelangelo Yargı
freskini yaptığı zaman, Raffaello bu freskteki bazı figürleri görüp kendi
eserlerinde kullanmış, Michelangelo durumu fark edince, Şapel’den
ayrıldığı zamanlarda şapelin anahtarını yanına alırmış. Buradan çıkıp soluğu Raffaello
odalarında alıyoruz. Burası da birbirinden güzel fresklerle donatılmış
yerlerden birisi. Müze içersinde gezinirken, açık pencerelerden Vatikan’ın
çeşitli renklerle bezenmiş bahçelerini görmeniz mümkün. Ayrıca içeride bulunan
Vatikan Postanesinden, eve dönüşünüzde hoş bir sürprizle karşılaşmak
istiyorsanız evinize ve sevdiklerinize kartpostal yollayabilirsiniz. Müzede
daha fazla zaman geçirememenin üzüntüsüyle müzenin en güzel yerlerinden biri
olan spiral merdivenlerden çıkışa doğru ilerleyip, rotamızı St. Pietro
meydanına çeviriyoruz.
|
Spiral Merdivenler |
|
St. Pietro Meydanı |
St. Pietro Meydanı geometrik
olarak kusursuz bir alan. 140 heykel, 284 traverten sütunla çevrilmiş. Elips
biçimindeki meydanın ortasında yer alan dikilitaşlardan sütunlara bakıldığında
dört sütun tek bir sütun olarak görünüyor. St. Pietro Meydanın ihtişamını
gölgeleyen tek şey ise bazilika girişi için bekleyen 1 kilometrelik kuyruk.
İsterseniz kuyruğun sonuna geçip dakikalarca sıranın gelmesini beklersiniz,
isterseniz de çaktırmadan sıranın önlerinden bir tur grubuna ek olursunuz.
Seçim size kalmış. Biz mi ne yaptık?… Sonunda
içeri giriyor, dünyanın en büyük kilisesi olan St.Pietro Bazilikası’nı
daha yakından görme fırsatımız oluyor. Vatikan’ın dahiyane baş mimarı, ve ressamı
olan Michelangelo, yaptığı ihtişamlı tavanla adeta hepimizi mest ediyor. On iki
havariden biri olan San Pietro'nun kabrinin bulunduğu bu kilise, bu nedenden
dolayı Hıristiyanlığın en kutsal mekânlarından biri kabul ediliyor. Bazilika’nın çatısına çıkmanızda mümkün.
Asansörle 7 Euro karşılığında çıktığınız çatıda, 360 derece Roma ve Vatikan
manzarası seyredebilirisiniz. 60.000 bin kişilik kapasitesiyle tam bir
mabet. Bazilika’nın çıkışında
dikkatimizi Michelangelo’nun tasarladığı renkli üniformalarla
Papa’nın ve Vatikan’ın korumalığını üstlenen İsviçreli muhafızlar
çekiyor.
İsviçre Muhafızları'nın hikâyesi 1505
yılında Papa II. Julius'un, İsviçre'den kendisini koruyacak bir birlik
göndermesini talep etmesiyle başlıyor. O tarihte İsviçre askerlerinin ünü tüm
Avrupa'da biliniyor. Eylül 1505'te 150 İsviçreli asker, ilk defa Roma'ya
giriyor. Ancak İsviçre Muhafızları'nın resmi kuruluşu 22 Ocak 1506 olarak kabul
ediliyor. İsviçre Muhafızı olabilmek için İsviçre vatandaşı ve Katolik olmak
şart. Vatikan'a gelmeden önce İsviçre'de askerlik görevi bitirilmiş olmalı.
19-30 yaş arası, atletik yapılı, en az 1.74 cm. boyunda, lise mezunu olmaları
da aranan özellikler arasında. Almanca, İtalyanca, Fransızca ve İngilizce olmak
üzere dört dili ana dili gibi konuşmaları gerekiyor. Komik görünümlerine
rağmen, üzerlerine yüklenen misyon çok ağır çünkü Vatikan dünyanın en sıkı güvenlik
sistemi ve uluslararası istihbarat ağına sahip yeri olarak kabul görüyor.
|
Castel Sant'Angelo |
Eğer Roma’da kalacağınız günler çoksa, Vatikan için mutlaka
bir veya iki tam gün ayırmanızı öneririm. Biz dar vaktimize o kadar çok şey
sığdırdık ki, ağzımız açık bir şekilde St. Pietro Meydanı’nı ardımızda
bırakarak yolumuza devam ediyoruz. Hemen
ilerde görkemli bir kale dikkatimizi çekiyor. Passetto di Borgo geçidini kullanarak Vatikan’dan
Castel Sant'Angelo adlı bu kaleye
ulaşıyoruz. Kale, Tiber Nehri’nin kıyısında, M.S. 136’da Hadrianus’un
mozolesi olarak inşa edilmiş, 58 odadan oluşmakta. Ortaçağ’da bir dönem hapishane olarak da kullanılmış.. Bizim
tarihimiz açısından da ayrı bir önemi olan kalede, Fatih Sultan Mehmet'in
oğlu Cem Sultan, sürgün
yıllarının bir kısmını burada geçirmiş. Efsaneye göre Baş
melek Mikail, kılıcını
kınına sokarken mozolenin üzerinde görünmüş ve o yıllardaki veba salgını
böylelikle sona ermiş. Kaleye de adını veren Mikail'in (Michelangelo) içeride
iki tane heykeli bulunuyor.
İki tam gün ayırdığımız Roma gezimize, rotamızı Venedik’e çevirerek son
veriyoruz. Yurtdışına tatile çıkacaksanız görmeniz gereken ilk yer Roma
olmalıdır. Biz bir daha “ne zaman gelir iz”in planlarını şimdiden yapmaya
başladık bile.
Roma
mutfağıyla ilgili detaylı bilgilere, ROMA-TAT başlığından
okuyabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder