6.12.12

ROMA-GEZ GÖR


Hayatınızda hiç Roma’ya gitmediyseniz, çok şeyler kaçırdığınızı üzülerek söylemek isterim.
Roma; bozulmamış tarihi dokusuyla, meydanlarıyla, yapılarıyla, yollarıyla, müzeleriyle, kiliseleriyle,çeşmeleriyle, kısacası her şeyiyle keşfetmeye değer bir şehir…

Bu yazımızda Roma’ya nasıl gidilir, nerede kalınır, nereler gezilir, nerelerde ne yenir sorularının cevaplarını detaylı şekilde açıklayacağım…

Roma’ya gitmeden kısa bilgi…

İstanbul’dan Roma’ya THY ve Air Italia firmalarıyla uçabileceğiniz gibi, Blu-Express ve Pegasus gibi ekonomik havayolu firmalarını da kullanabilirsiniz. Bu firmaların uçakları Sabiha Gökçen Havaalanı’ndan kalkıyor. Biz biletlerimizi Blue Express firmasından çok cazip fiyatlara aldık. Eğer Blue-Express ile uçacaksanız,uçağa alımlarda sonlara kalmamaya özen gösterin çünkü bu firmalarda koltuk numaraları olmadığından, eşinizden ve arkadaşlarınızdan ayrı, kalan son yerlerde oturmak zorunda kalırsınız. Tüm havayolu frimaları, Roma’nın en büyük havaalanı olan ve şehre 26 km uzaklıkta bulunan Fiumicino- Leonardo Da Vinci Havaalanına iniyor.. http://www.adr.it/web/aeroporti-di-roma-en-/pax-fco-fiumicino


Roma’ya iner inmez ilk işiniz bizdeki Müze Kart uygulamasının gelişmiş benzeri olan ROMA PASS kartınızı havaalanında da bulunan Tourism Information ofislerinden almak olmalı. Roma PASS kartın bedeli 30 €. Bu kartı, 3 gün boyunca tüm toplu taşıma araçlarında ücretsiz kullanabilir, ilk iki müze ya da tarihi esere bedava, sonrakilere ise %50 indirimli girebilirsiniz.Paketin içinde;
- Roma haritası,

- Roma Rehberi,

- Roma Haberleri Rehberi vardır.
Roma Pass
Kolezyum ve herhangi bir müzeye girmenin bedeli zaten 30 €'ları bulacağından sizler için kârlı bir seçim olacaktır. Ayrıca Roma PASS kartınızla, Kolezyum’a direk girebilir,saatlerce sıra beklemek zorunda kalmazsınız. Kartımızı aldıktan sonra havaalanından şehir merkezine ulaşmak için otobüs duraklarına doğru yola koyuluyoruz. Şehir merkezine giden bizdeki HAVAŞ benzeri 2-3 tane otobüs firması var. Bunlardan biri olan Terravision, her 30 dakikada bir Havaalanından Termini tren istasyonuna karşılıklı seferler düzenliyor. Biz de, tek yön olarak 5 € ödeyerek otobüsle Termini İstasyonu’na doğru yola koyuluyoruz.(Havaalanından şehir merkezine gidebilmek için taksi de bir alternatiftir.Fiyatı 40 Euro)

Kalacak yer için www.booking.com sitesinden güvenilir şekilde rezervasyonunuzu yapabilir, günler öncesinden çok uygun fiyatlara kalacak yerinizi ayırtabilirsiniz. Otel seçimlerinde Termini İstasyonu bölgesi hem uygun hem de şehrin tüm noktalarına ve havaalanına buradan kolaylıkla ulaşabilirsiniz. Hatta Avrupa’nın diğer ülkeleri ve İtalya’nın diğer şehirlerine buradan hızlı trenlerle ulaşabilirsiniz. Biz Termini İstasyonuna 300 metre uzaklıkta olan uygun fiyatlı,  Hotel Fenicia da kalmayı tercih ettik. Roma’da tek bir binada genelde birden fazla otel yer alıyor. O yüzden büyük, konforlu ve lüks otel anlayışından sıyrılmanız gerekecek. Temiz ve güvenilir otel arayışınız için booking.com' da ki yorumları okuyabilirsiniz.
Roma Termini Tren İstasyonu

Sonunda Roma’yı keşfe hazırız…

Termini’den yola çıkıp bindiğimiz otobüsle Roma'nın meşhur meydanlarından Piazza Venezia’ya gidiyoruz. Burada ki ilk durağımız Vittioria Emanuele Monument II anıtı. İtalyan birliğini simgelemek için yaptırılan anıt, Vittorio Emanuele’e adanmış. Bu ihtişamlı yapı, zamanında şehrin tarihi ve mimari dokusunu bozduğu iddiasıyla ciddi eleştiriler almış, hatta Amerikalılar yapıyı düğün pastasına benzeterek alay etmişler.Emmanuel II anıtının içersine girdiğinizde, 7 € karşılığında asansörle yapının terasına çıkabilir, Roma’yı tepeden 360 derece seyredebilirsiniz. Meydanın yanında bir dönem Venedik Cumhuriyeti’nin elçiliği olan Palazzo Venezia yer alıyor. Bu sarayın balkonunun Mussolini’nin İtalyan halkına seslenerek İngiltere ve Fransa’ya savaş ilan ettiği yer olması gibi kötü bir ünü var. 
Vittorio Emmanuel II Monument
Palazzo Venezia
Buradan Caesar’ın suikasta uğradığı ve Kapital kelimesinin çıkış yeri olan  Capitolino Tepesine ulaşıyoruz. Adı dünyanın başı anlamına gelen “caputmundi” den geliyor. Ne yazık ki Vittorio Emmanuel anıtı, bir zamanlar antik Roma’nın ruhani ve siyasi merkezi olan Capitolino Tepesi’nin manzarasını engelliyor. Piazza Campidoglio’ndaki Musei Capitolini antik Roma kazılarından çıkartılan kapsamlı bir koleksiyona sahip. Koleksiyonun en dikkat çekici parçası: Roma’nın efsanevi kurucuları Romulus ile Remus’u betimleyen Capitolino dişi kurt simgesi.



Fontana Di Trevi
Kendimizi Roma’nın tarih kokan sokaklarına bıraktığımızda karşımıza Roma’nın filmlere konu olan ünlü çeşmesi Fontana Di Trevi nam-ı diğer Aşk Çeşmesi çıkıyor. Aslında çeşmenin aşkla hiçbir ilgisi yok: Deniz kabuğunu çeken 2 tane kanatlı at ve bu deniz kabuğunun içinde Neptün yer alıyor. Fellini’nin La DolcaVita filminin bir sahnesi bu çeşme de geçtiğinden, o günden sonra 18.yy dönemine ait çeşmenin adı  Aşk Çeşmesi olarak anılır olmuş. Bu çeşmeyle ilgili bir ilginç ayrıntı ise, Roma’ya gelen turistler, çeşmeye sırtını dönüp sağ elleriyle sol omuzunun üzerinden para atarsa, bir gün Roma’ya tekrar geleceklerine inanıyorlar. Bol turist çeken Fontana Di Trevi'de toplanan para, Roma Belediyesi tarafından ihtiyaç sahiplerine yardım olarak dağıtılıyor.Tabi bizler Kapalıçarşı çocukları olarak bu ritüeli pas geçip, rotamızı  İspanyol merdivenlerinde alıyoruz. 
Koşuşturmacadan yorulan turistlerin uğrak mekanı olan merdivenler,  adete dinlenme ve muhabbet mekanı olmuş. Merdivenlerin hemen yukarısında ikiz çanlarıyla Trinitadei Monti kilisesi dikkat çekiyor.


İspanyol Merdivenleri
İspanyol merdivenlerinde soluklanırken tam karşımızdaki cadde ilgimizi çekiyor. Burası Armani, Bvlgari, Ermenegildo Zegna Fendi, Gucci gibi dünyaca ünlü İtalyan markalarının mağazalarının bulunduğu ve birbirinden keyifli kafelerin yer aldığı Via Dei Condotti. Alışveriş tutkunlarının uğrak mekanı olan cadde de, dünya modasının son trendlerini bulabilirsiniz.

Yönümüzü Piazza della Rotonda’ya çeviriyor,  meydana geldiğimizde asırlar öncesinin heybetiyle dimdik ayakta duran Pantheon’da alıyoruz.  Pantheon’un girişinde “M. Agrippa L.F. Costertium Fecit” yazıyor. Bu yazı “Lucius’un oğlu, Marcus Agrippa tarafından, 3. konsülünde yapılmıştır” anlamına geliyor. Fakat Pantheon yazıda belirtildiği gibi Marcus tarafından yapılmamış. O dönem Roma’da yaşanan sık yangınlardan dolayı dönemin Pantheon’u yıkılmış yerine ise bugünkü yapı, İmparator Hadrian tarafından 136 yılında yapılmış. Pantheon bir tapınak olarak inşa edilmiş ve tüm tanrılara adanmış. Daha sonraları kilise olarak varlığına devam etmiş, herhalde ayakta durmasının başlıca sebebi de bu olmuş. Kubbesinde, içeriyi aydınlatmak için büyük bir delik bulunuyor. Bu da tanrının gözü olarak nitelendiriliyor. Piazza della Rotonda’da bulunan çeşmenin önünde oturarak soluklanabilir, karşınızda Pantheon’ın mistik duruşuyla transa geçebilirsiniz.
Pantheon
Gerek sokak sanatçılarının yaptığı resimlerle, gerek cafelerden yükselen müziklerle insanda hoş duygular uyandıran, adeta bir açıkhava müzesi konumunda olan, Roma’nın en ünlü meydanlarından Piazza Navona’ya doğru ilerliyoruz.
Piazza Navona
Daracık sokakların bağladığı tarihi meydanda; saatlerce oturup, yürüyen insanları,sokak sanatçılarını keyifle izleyebilirsiniz. Geçmişte Protestanlık kentte yayılınca, dönemin papası buna tepki olarak, Katolikliği yücelten eserler yapması için dönemin iki ünlü mimarı Bernini ve Borromini’yi görevlendirmiş. Piazza Navona’da bu ihtişamdan nasiplenmiş ve Fontana Quattro Fiumi ve Sant' Agnese in Agone ikilinin yaptığı en güzel eserlerden olmuş. İsmini: Nile, Ganges, Danube ve Rio della Plata adlı 4 nehiri simgelemesiyle alan Fontana Quattro Fiumi, Bernini ve Borromini’nin ortaklaşa inşa ettiği Sant'Agnese in Agone’nun önünde arz-ı endam ediyor.
            
Roma’nın tarih kokan caddelerinde, dar sokaklarında, şişmiş ayaklarımıza aldırmadan keşfimiz Campo dei Fiori Meydanı'yla devam ediyor.1400lü yıllarda meydanın çiçek tarlası olduğu söyleniyor.Campo dei Fiori, Roma’da üzerinde kilise olmayan tek meydan. Çiçeklerle kaplı bu güzel meydanda, ironiye bakın ki 17 yy.da filozof Bruno kazığa bağlanarak vahşice yakılıyor. Filozof Bruno’nun heykelini de görebileceğiniz meydanda, hafta içi kurulan pazarda yöresel ürünler satın alabilir, hoşça vakit geçirebilirsiniz.
Campo dei Fiori
Campo dei Fiori’den Trastevere’ye doğru yola koyuluyoruz. Tevere (Tiber) nehrinin karşı tarafı manasına gelen Trastevere, şehri ikiye ayıran Tiber Nehri’nin diğer yakasında yer alıyor. 
Trastevere
Burası Getto adıyla anılan Yahudi bölgesi olarak nitelendirilir ve turist yoğunluğundan bunalmış Romalılar’ın sığınağı konumunda. Gündüzleri Trastevere’nin rengârenk yapılarının arasındaki Arnavut kaldırımlı dar sokaklarında gezerek geçirebilir, akşamları ise sokak aralarındaki “trottoria”larında yemek yiyip, şık kafelerinde oturabilirsiniz. Tiber nehri boyunca yürüdüğünüzde, nehrin ortasında bir adacık dikkatimizi çekiyor. Antik Roma’da, Roma’nın şifa tanrısı Aesculapius’un toprakları olan adacıkda, yaklaşık 500 yıl önce inşa edilen bir hastane bulunuyor. Trastevere’yi dolaştıkça karşımıza Roma’nın en eski kilisesi Santa Maria in Trastevere çıkıyor. Kilisenin meydanı akşamları epey keyifli oluyor. Heybetli duruşuyla, Bernini’nin hayran bırakan mimarisiyle Basilica di Santa Maria Maggiore bölgenin gezilesi yerlerinin başında geliyor.

Colosseum
Rotamızı, Trastevere’den dünyanın 7 harikasından biri olan Colosseum’a doğru çeviriyoruz. Colosseum yolu üzerinde, 5 Euro karşılığında tepeden tırnağa Roma askeri kılığına girebileceğiniz ve fotoğraf çektirebileceğiniz Romalıları göreceksiniz. Colosseum önünde, hoş bir hatıra istiyorsanız denemenizi tavsiye ederim. Usta bir komutan olan Vespasianus tarafından M.S. 72 yılında yapımına başlanmış ve M.S.80 yılında Titus döneminde tamamlanmış. İmparatorlar burada daha çok kendilerini dolaylı olarak da Roma halkını eğlendirmek için gladyatör dövüşleri düzenlermiş. Bunlardan başka gösteriler, deniz savaşları, hayvan avcılığı, infazlar, meşhur savaşların canlandırılması, klasik mitolojiye dayanan dramalar olurmuş. 20 asırdır her tür yağmaya, talana rağmen kısmen dimdik ayakta duran arena için, “Colosseum ayakta kaldıkça Roma’da yaşayacak, Colosseum yıkıldığında Roma da yıkılacak, Roma yıkıldığında dünyanın da yıkılacağı” söylenegelmiştir.

Eğer Roma’ya gidiyorsanız, dünyanın en az nüfuslu ve yüzölçümlü, aksine en fazla nüfuzlu ülkesi Vatikan’a da uğramalısınız. Tiber nehrinin diğer yakasında bulunan Vatikan, 44000 metrekarelik yüzölçümü, 750 kişilik nüfusuyla, devlet başkanı Papasıyla, 100 kişilik ordusuyla devletin içinde ayrı bir devlet. Ana meydanı olan St. Pietro Meydanı‘nı İtalyan polisler, geri kalan yerlerin tamamını İsviçreli Muhafızlardan oluşan ordusu koruyor.
Vatikan’nın merkezine doğru ilerlerken karşımıza Vatikan Müzesi çıkıyor. Müzeye sanatsal hazineler merkezi desek herhalde yanılmış olmayız. 7 km uzunluğundaki oda ve galerilerden oluşan müzenin giriş ücreti 15 Euro. RomaPass  Vatikan’da geçmiyor ama bu ücretin karşılığını haz olarak tamamen alıyorsunuz. 
Vatikan Müzesi
Müzeyi tamamen gezmek için bir gün ayırmanız gerekli. Ancak en çok görülmesi gereken yerleri gezerseniz zamanınızı daha etkin kullanmış olursunuz. Biz de hızlı bir şekilde Sistine Şapeline doğru ilerliyoruz. Burası müzenin en özel bölümü, içeriye girer girmez bambaşka bir dünya içinde olduğunuzu anlıyorsunuz. Michelangelo’nun sanatını konuşturduğu Sistine Şapeli’nin tavanına bakarken adeta hipnoz etkisine maruz kalıyorsunuz. Onlarca resmin arasında herkesin gözü tek bir noktaya odaklanıyor: Adem’in yaratılışı tablosu.
Sistine Şapeli Tavanı
İçeride fotoğraf çekmek yasak fakat çaktırmadan çekmek serbest.  Şapelle ilgili ilginç bir hikaye de: Michelangelo Yargı freskini yaptığı zaman, Raffaello bu freskteki bazı figürleri görüp kendi eserlerinde kullanmış, Michelangelo durumu fark edince, Şapel’den ayrıldığı zamanlarda şapelin anahtarını yanına alırmış. Buradan çıkıp soluğu Raffaello odalarında alıyoruz. Burası da birbirinden güzel fresklerle donatılmış yerlerden birisi. Müze içersinde gezinirken, açık pencerelerden Vatikan’ın çeşitli renklerle bezenmiş bahçelerini görmeniz mümkün. Ayrıca içeride bulunan Vatikan Postanesinden, eve dönüşünüzde hoş bir sürprizle karşılaşmak istiyorsanız evinize ve sevdiklerinize kartpostal yollayabilirsiniz. Müzede daha fazla zaman geçirememenin üzüntüsüyle müzenin en güzel yerlerinden biri olan spiral merdivenlerden çıkışa doğru ilerleyip, rotamızı St. Pietro meydanına çeviriyoruz.
Spiral Merdivenler

St. Pietro Meydanı
St. Pietro Meydanı geometrik olarak kusursuz bir alan. 140 heykel, 284 traverten sütunla çevrilmiş. Elips biçimindeki meydanın ortasında yer alan dikilitaşlardan sütunlara bakıldığında dört sütun tek bir sütun olarak görünüyor. St. Pietro Meydanın ihtişamını gölgeleyen tek şey ise bazilika girişi için bekleyen 1 kilometrelik kuyruk. İsterseniz kuyruğun sonuna geçip dakikalarca sıranın gelmesini beklersiniz, isterseniz de çaktırmadan sıranın önlerinden bir tur grubuna ek olursunuz. Seçim size kalmış. Biz mi ne yaptık?… Sonunda içeri giriyor, dünyanın en büyük kilisesi olan St.Pietro Bazilikasını daha yakından görme fırsatımız oluyor. Vatikan’ın dahiyane baş mimarı, ve ressamı olan Michelangelo, yaptığı ihtişamlı tavanla adeta hepimizi mest ediyor. On iki havariden biri olan San Pietro'nun kabrinin bulunduğu bu kilise, bu nedenden dolayı Hıristiyanlığın en kutsal mekânlarından biri kabul ediliyor. Bazilika’nın çatısına çıkmanızda mümkün. Asansörle 7 Euro karşılığında çıktığınız çatıda, 360 derece Roma ve Vatikan manzarası seyredebilirisiniz. 60.000 bin kişilik kapasitesiyle tam bir mabet.  Bazilika’nın çıkışında dikkatimizi Michelangelo’nun tasarladığı renkli üniformalarla Papa’nın ve Vatikan’ın korumalığını üstlenen İsviçreli muhafızlar çekiyor. 


İsviçre Muhafızları'nın hikâyesi 1505 yılında Papa II. Julius'un, İsviçre'den kendisini koruyacak bir birlik göndermesini talep etmesiyle başlıyor. O tarihte İsviçre askerlerinin ünü tüm Avrupa'da biliniyor. Eylül 1505'te 150 İsviçreli asker, ilk defa Roma'ya giriyor. Ancak İsviçre Muhafızları'nın resmi kuruluşu 22 Ocak 1506 olarak kabul ediliyor. İsviçre Muhafızı olabilmek için İsviçre vatandaşı ve Katolik olmak şart. Vatikan'a gelmeden önce İsviçre'de askerlik görevi bitirilmiş olmalı. 19-30 yaş arası, atletik yapılı, en az 1.74 cm. boyunda, lise mezunu olmaları da aranan özellikler arasında. Almanca, İtalyanca, Fransızca ve İngilizce olmak üzere dört dili ana dili gibi konuşmaları gerekiyor. Komik görünümlerine rağmen, üzerlerine yüklenen misyon çok ağır çünkü Vatikan dünyanın en sıkı güvenlik sistemi ve uluslararası istihbarat ağına sahip yeri olarak kabul görüyor.


Castel Sant'Angelo
Eğer Roma’da kalacağınız günler çoksa, Vatikan için mutlaka bir veya iki tam gün ayırmanızı öneririm. Biz dar vaktimize o kadar çok şey sığdırdık ki, ağzımız açık bir şekilde St. Pietro Meydanı’nı ardımızda bırakarak yolumuza devam ediyoruz.  Hemen ilerde görkemli bir kale dikkatimizi çekiyor. Passetto di Borgo geçidini kullanarak Vatikan’dan Castel Sant'Angelo adlı bu kaleye ulaşıyoruz. Kale, Tiber Nehri’nin kıyısında, M.S. 136’da Hadrianus’un mozolesi olarak inşa edilmiş, 58 odadan oluşmakta. Ortaçağ’da bir dönem hapishane olarak da kullanılmış.. Bizim tarihimiz açısından da ayrı bir önemi olan kalede, Fatih Sultan Mehmet'in oğlu Cem Sultan, sürgün yıllarının bir kısmını burada geçirmiş. Efsaneye göre Baş melek Mikail, kılıcını kınına sokarken mozolenin üzerinde görünmüş ve o yıllardaki veba salgını böylelikle sona ermiş. Kaleye de adını veren Mikail'in (Michelangelo) içeride iki tane heykeli bulunuyor.


İki tam gün ayırdığımız Roma gezimize, rotamızı Venedik’e çevirerek son veriyoruz. Yurtdışına tatile çıkacaksanız görmeniz gereken ilk yer Roma olmalıdır. Biz bir daha “ne zaman gelir iz”in planlarını şimdiden yapmaya başladık bile.

Roma mutfağıyla ilgili detaylı bilgilere, ROMA-TAT başlığından okuyabilirsiniz.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder